20 sene önce bir sabah, bir grup arkadaş sabah kahvaltısı için İstiklal Caddesi’ndeki bir kafede buluştu. Kafenin önündeki simitçi amca o gün bütün simitlerini satacağından habersiz işine koyuldu. Meydandaki bir güvercin kanatlanıp Maçka üzerinden Beşiktaş’a doğru uçmaya başladı. Maçka’da ise bir grup endüstri mühendisliği öğrencisi yepyeni bir dergiyi yayın hayatına soktu.

Ben bunları neden mi anlatıyorum? Önemsiz gibi görünen bu ayrıntıların arasında 20 yılı etkileyecek büyük bir olay gizli çünkü. İTÜ EMK Optimum Dergisi’nin basılmaya başladığı gün de çoğu insan için diğerlerinden farksızdı aslında. İstanbul’un rutini arasında fark edilmeyecek bu sıradan gün, ileride inanılmaz başarılara imza atacak olan İTÜ EMK’nin basın yayın organı Optimum Dergisi’nin hayat bulduğu gündü halbuki. Bu yıl 20. yılını dolduran Optimum Dergisi’nin 20 yıllık serüvenini gelin hep beraber inceleyelim.

1992 yılında İTÜ EMK’nin kuruluşu ile “Yeni Ufuklar” adı altında yayın hayatına başlayan dergimiz, 2006 yılında yepyeni bir başlangıç yaparak adını “Optimum” olarak değiştirmiştir. 2006 yılından itibaren olan bu köklü değişim hakkında dergimizin eski genel yayın yönetmenlerinden Münire Özbey ile yaptığımız röportaj bu gelişimi bize en güzel şekilde anlatmaktadır.

 

Optimum adının fikir babası kimdir ve de çıkış hikayesi tam olarak nedir?

Ben geldiğimde Optimum adı hali hazırda vardı; fikir olarak doğmuştu yani. Ekipte o zamanlar Meriç Karacaev, Onur Öndoğan ve Gülperi Dönertaş olduğunu hatırlıyorum. Bu üç büyükler, yanlış hatırlamıyorsam özellikle de Meriç, Yeni Ufuklar’ın varlığını tozlu arşiv dolaplarında fark etmiş, konsept olarak farklı ama yine İTÜ EMK’yi temsil eden bir dergi çıkarmanın gayet de hem oluru olan hem de yaratıcı bir fikir olacağını düşünmüş. Ben geldikten iki sene sonra

Meriç & Onur & Gülperi döneminin mezun olduğunu hatırlıyorum. Sizler de 2. sınıfa geldiğinizde “Endüstri Mühendisi ne yapar?” sorusunun cevabının kısaca “Optimum’u yakalar” olduğunu gayet net göreceksiniz. Üç büyüklerin de bunu gördüğünü, hem sade hem de bizi anlatan bu kelimenin en uygun karar olacağını “düşündüklerini pek tabi varsayabilirim.

 

Duyduğuma göre dergideki değişim süreci içerisinde 0 (sıfır) sayısını çıkarmışsınız bunun değişimdeki önemi neydi ve ne gibi tepkiler aldı?

0 sayısının anlamı motivasyondu; yepyeni konseptte bir dergiydik, hatırladığım kadarıyla benzer duruşta olan birkaç dergi olsa da tam olarak bizimkine eş bir dergi yoktu. Ayrıca geçmişi olmayan her işin sponsorluk bulması çok zordur. 0 sayısı çalıştığımız, başardığımız ancak sponsor bulunamadığından rafa kalkma riskiyle baş başa kalan yaratıcı bir projenin teknolojinin ve değişmekte olan kuralların nimetiydi. Ortada bir Ipad yoktu belki ama yeni yeni sanal dergiler vardı ve biz vazgeçmek zorunda kalmadık böylece. Sponsorluk bulamadığımız başka zamanlar da oldu; insanlar 0 sayısındaki devam eden o ekibi hatırladılar, bildiler ve vazgeçmediler. O derginin bir gün basılacağına dair inanç; 0 sayısı sayesinde bir ümit olmaktan, hayal olmaktan daha öte bir motivasyona dönüştü.

 

Her sene mutlaka dergide ufak çaplı değişiklikler yaşanıyordur ama seçmek gerekirse hangi sene en büyük değişim yaşandı ve bu değişimler nelerdi?

Bu gerçekten zor bir soru; bu soruyu her bir koordinatöre sorduğunuzda farklı bir cevap alırsınız. Benim genel yayın yönetmenliği yaptığım dönemde sevgili koordinatörüm Gülçin Uygun’a sorsan bambaşka bir cevap alabilirsin. Eminim üç büyükler için en önemli değişim 0 sayısıydı, onlar Yeni Ufuklar gibi akademik yazılara daha yakın bir dergiden Optimum gibi kültürel ve entelektüel bir dergi yaratmayı başaran ekibe yön verenler. Onur, Tanıl Bilgiç ile az sabahlamadı dizgi zamanlarında. ENTAS’tan Kumsal’ı az yormadık Photoshop’ta dergiyi nasıl tasarlayacağız diye kafa patlatırken ki belirtmem gerekir ben o zamanlarda o kadar da etkin rol almıyordum; o hikayelerin asıl kahramanları Meriç, Gülperi, Onur, Tanıl, Meltem Kunt’tur. Tabi benim hatırladığım isimler bunlar. Optimum’un birkaç dönüm noktası mevcut elbet; bana göre cevaplamak gerekirse bu soruyu 0 sayısı ve sonrasında gelen basılı ilk birkaç sayı, daha yenilikçi ve daha Yönetim Kurulu’na yakın durmaya çalışan bir yönetim anlayışının gelmesi, iç tasarımı değiştirme ihtiyacıyla şu an mevcut dergiye çok yakın bir iç tasarım yapılması ve Indesign’a geçilmesi, sevgili Nezih Üzümcüoğlu’nun gezi yazıları ve Gülçin Uygun ile başlayan Erasmus yazıları furyası… (daha sonra diğer Erasmus’a giden arkadaşlar ve UOLP ortak programı Selin Kanlı’yla süregeldi bu seri). Kendini yenilikçi tanımlayan yönetim anlayışından daha yenilikçi arkadaşların ekibe katılmasıyla çocukluk, ilk gençlik dönemine gelmiş derginin artık olgunluğa doğru yol alması, burada Murat Ali Köybaşı’nın katkıları büyüktür. Bu arada tabii başımıza bir de Halil Dağlı geldi; Optimum’a katkı sağlayan diğer fakültedeki arkadaşlarımızın yanı sıra Halil ilk kez Optimum’a tam bağlı EMK ve İşletme Fakültesi dışı bir arkadaşım. Ne gariptir ki Halil, olur olmaz ünlülerle tanışır onlardan röportaj sözü alır, bizi zikrettiği isimlerle şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklerdi. Sayesinde kültür-sanat bölümü röportajlarla doldu taştı; bize seçim yapma hakkı sağladı.

 

Dergi yazarları arasında dergide yazmaya başladıktan sonra yeteneğini keşfedenler var mıydı? Varsa hala yazı işleriyle uğraşıyorlar mı?

Bu soruya beklediğin gibi bir yanıt veremeyeceğim; üç büyükleri bilmem ama Meltem de Murat Ali de ben de lise yıllarımızda dergiciliğin ortasından ya da kıyısından geçmiş kişilerdik. Edebiyat dersleri bizim için favoriydi. Kendi adıma konuşmam gerekirse, İTÜ Endüstri Mühendisliği’ni seçme nedenim diğer mühendisliklere oranla insana daha yakın olduğunu hissetmemdi; ama gelirken bile hala tedirgindim. Kendime verdiğim sözlerden biriydi ve tuttuğum en güzel sözdü: “Edebiyatla bağımı mühendis oluyorum diye kesmeyeceğim!” Bu noktada Umur Bintaş’ın etkisi yadsınamaz, benden bir sene önce kulüple ve okulla tanışmış olan Umur beni üç büyüklerin başlattığı bu yeni oluşum hakkında cesaretlendirmişti. Bu alt çalışma grubuna katılmamın benim sözümü tutmamda ne kadar önemli bir adım olacağını hatta sözümü tutmamı sağlayacak olan şeyin bu alt çalışma grubunun olacağını Umur önceden öngörmüştü. Benim liderlik ettiğim dönemlerde elbette ki “Ben yazmaktan ne anlarım? Sponsorluk verin, tasarım verin” diyen ısrarcı arkadaşlarım vardı. Onlara dedim ki: “İnsan yazarken aslında kendisiyle iletişim kurar, kendini dinlemezsen, kendinle iletişim kuramazsan dünyayla nasıl iletişim kuracaksın? Diğer insanlarla nasıl anlaşacaksın?

Her yazdığını herkese okutmak zorunda değilsin, ama her daim yazmalısın, yazdıkların sana göre edebi bir değer taşımasa da kendini dinlemeyi öğrenmelisin.” Bu sözün cesaret verdiği Erdem Yürük’ü hatırlarım, çok zorlandığını, yazmak istemediğini söyler hala sorsanız. Onur Taylan Gümüş teknoloji yazılarıyla aynı şekilde yer buldu dergide, birçok teknoloji köşesi yazarı gibi. Sonra bir de yazılarına geç kavuştuğumuz Serkan Eren var, sanırım o da kendisiyle konuşmayı bu ekiple öğrendi. Bazen sevgili Murat Ali bana zikrettiğim bu gibi büyük boylu lafları hatırlatır, şaşırırım nasıl söylemişim acaba diye. Kendi kültür birikiminiz kadar çalıştığınız ekip de çok önemlidir, o ekiple iletişiminiz, ekibin sizi ne kadar sevdiği. Beş sene boyunca hiçbir yazı yazmadığım ilk sene dahil çalıştığım her ekip benim için büyük bir şanstı.

Bir de kişisel müsaade almak gerekir mi bilmem ama Hande Park’ı hatırlarım. İlk tanışma çayına geldiği gün bizim ısrarcılığımızdan nasıl geri geri koşup kaçmak istediğini. Toplantı sonrası onun hakkında kızgın kızgın konuştuğumu, sonra bir gün İstiklal’de tüm EMK bir toplantıdan çıkıp yine Mr. Bliss’e giderken Hande’yle yan yana düştük; Erasmus’tan, okuldan, liseden, İzmir’den, Balıkesir’den bahsettik. Belki yanılıyor olabilirim ama Hande hemen arkasından bana bir yazı gönderdi; burada alçakgönüllü olamayacağım. “Biliyordum” dedim, resmen gözlerim doldu. Umarım hala yazmaya devam edersin Hande! Mehmet Zeki Kurt’u unutmamak gerekir, Zeki yazıyor muydu daha önce bilemiyorum. Ama ilk yazılarının bana verdiği etkiye dayanarak bence yazmıyordu diyebilirim. Git gide daha güzel, berrak yazılar yazmaya başladı çünkü. Hala arada yazsa da virgülün yanı sıra noktanın varlığını da hatırlasa diyen çoktur eminim. Şimdi iş hayatına girmiş olmanın verdiği koşuşturmacayla yazmaya vakit bulamayabiliyoruz. Bir de yazmak bazılarımız için bizim ulaşamayacağımız kadar ulvi bir amaç. Ama belki kitap çıkarmayacağız ilerde bir gün, belki de çıkaracağız; en azından ben yazdıkça hafifliyorum. Var olmanın dayanılmaz hafifliği içinde kararlarımı daha kolay alıyorum, mantık sınamalarımı daha kolay yapıyorum. Mantığımla duygularım arasındaki dengeyi daha kolay kuruyorum; hatıralarımı hatırlıyor, kendimi ve başkalarını daha kolay affediyorum. Barışık kalmayı, hayal kurmayı ben böyle başarıyorum.

 

Derginin adının değiştirilmesiyle birlikte dergiye birçok yenilik getirilmiş. Dergideki ne gibi eksiklikler sizi değişim sürecine itti? Belirlenen hedeflere ulaşılabildi mi?

Üç büyüklerin sorusu bu, Meriç cevaplamalı bu soruyu Gülperi ve Onur ile. Ama bildiğim kadarıyla Yeni Ufuklar; Optimum’un çıkma sürecinden 3-5 sene önce ömrünü tamamlamıştı. Eğer o süreçte ben olsaydım; değişen çağa, kuşağa uygun bir dergi olması için derslerin yanı sıra bana önümde açılan kocaman İstanbul’u anlatan, yurt dışı fırsatlarından bahseden ve eline alıp okuyanların vizyonunu akademik açıdan açmaya çalıştığı kadar kültürel açıdan da açmaya çalışan bir derginin ihtiyacıyla bu işe girişirdim. Bu cümle biraz ukalılık içeriyor; bunu yanlış anlaşılmalardan kaçınmak için düzeltmeliyim. Ekipteki hiçbir arkadaşım bir genel kültür sınavıyla ekibe katılmıyordu. Dolasıyla vizyonları açmak için öncelikle kendi vizyonunu açmak zorundaydı; bu zamana kadar biriktirdiklerinin üzerine yeni hobilerini, yeni meraklarını koyuyor ve en çok yazmak istediği şey ile ilgili olanı araştırıp yazıyordu. Bu yüzdendir ki “Şöyle bir şey yazsak mı ki?” diyen kişiye sevgili Ahsen Nuray Özkan’ın fenomenleştirdiği tabirle o yazı “kitlenirdi.” Bunu nacizane en güzel yapanlar Benan Özgürkan, Sercan Sülün ve tüm ekipti. Bence Optimum’u Optimum yapan en güzel şeylerden biri de buydu.

 

Ben sadece 2006’ya kadar olan sayıları inceleyebildim. Daha öncesi arşivlerde yok maalesef. 20 yıllık bir süreci 7 yıla sığdırmam çok da sağlıklı olmaz sanırım. 2006 öncesine dair aklında kalan bilgiler var mı?

Ben 2006 girişliyim ama incelediğimde gördüğüm şey, o zamanın ihtiyaçlarını karşılayan bir Yeni Ufuklar’dı. Bölüm daha yeniydi; öğrenciler ve akademisyenler bence bölümü hala öğrenmekteydiler ve biraz da sevgili Ahmet Fahri Özok’un etkisiyle daha akademik bir dergi çıktı. Hocaların yazılarıyla destek verdiği ve bölümle ilgili çalışma alanlarına ışık tutan bir dergiydi Yeni Ufuklar. Şunu itiraf etmek gerekir ki zamanının başarılı bir örneğiydi ve Optimum için hep “Yeni Ufuk”a koşmak için geçmişten gelen geleceğe dair bir hedef, bir motivasyon, bir kabul görme aracı ve bir ümit oldu. Aslında bana göre üç büyükler de biz de Yeni Ufuklar’ın daha önce başarılmış bir örnek olmasından dolayı çok şanslıydık. Evin sadece iç tasarımını ve dekorasyonunu değiştirdik; temel zaten atılmış ve zamana karşı direnmeyi başarmıştı.

Aktaracaklarım bu kadar, bana bu güzel anıları hatırlattığın için teşekkürler.

 

Sevgili Münire Özbey’e biz de birçok ayrıntıyı aktardığı için teşekkür ediyoruz. Çok fazla bir şey söylememe gerek kalmadı ancak birkaç teknik bilgi daha eklemeyi unutmayalım.

 

2008 yılından itibaren İTÜ EMK Yayın Komisyonu, Optimum Dergisi’ne yeni bir kimlik kazandırmak amacıyla her basılan sayıya bir dosya konusu atamaya karar vermiştir. Dosya konularının her bölümden öğrencinin dikkatini çekecek şekilde seçilmesine özen gösterilmiş, bu nedenle de herkesin ortak noktalarını belirlemek hedeflenmiştir. Dergimizin herhangi bir sayısını inceleyen herkes kendisinden bir parça bulmakta zorlanmayacaktır. Seçilen dosya konuları derginin basıldığı dönemle ve güncel yaşamla paralel olarak düzenlenmektedir. Öyle ki, güz sayılarında bölüme yeni yerleşen arkadaşlara hitaben İstanbul’da yaşam, üniversite hayatı, Work & Travel ve Erasmus programları gibi konular anlatılmakta; Şubat sayılarında ise kulübümüzün gözbebeği EMÖS’e paralel olarak “Kaynakların Verimli Kullanımı ve Enerji Yönetimi, Değişken Piyasalarda Sürdürülebilir Büyüme Stratejileri, Hız” gibi birçok konu işlenmektedir. Bunlarla beraber kültür-sanat bölümünde son dönemde vizyona giren filmler, piyasaya çıkan albümler, yeni basılan kitaplar tanıtılmakta ve de birçok sanatçıyla yapılan röportajlar okuyucunun beğenisine sunulmaktadır.

 

Başlangıçta dergimizin dönemde bir defa basılması kararlaştırıldı. Bu bağlamda Mart 2007 sayısı ile hedefine ulaşan Optimum, önüne yeni hedefler koyarak çalışmalarına devam etti. Dönemde iki, toplamda yılda dört kez basılmayı hedefleyen Optimum Dergisi’nin Nisan 2007, Ocak 2008, Şubat 2008 basımları mevcuttur. Daha sonra komisyonun kararıyla bir eğitim yılında güz-kış-bahar sayıları olmak üzere 3 adet çıkarılmaya başlandı.

 

Dergi ekibimiz şimdiye kadar Müjdat Gezen, Volkan Konak, Uykusuz Dergisi, Melis Birkan, Mahşer-i Cümbüş, BKM Mutfak, İbrahim Toraman, Sunay Akın, Mert Fırat, Leman Sam, Şevval Sam, Göksel, Ziynet Sali gibi alanında başarılı birçok isim ve ekip ile röportaj yapmış bulunmaktadır. Optimum ekibi olarak hedefimiz röportaj yapmadığımız başarılı isim bırakmamaktır. Optimum her geçen gün değişip kendini yenilemekte ve çağın gereklerine uymaya çalışmaktadır. Ekip olarak her zaman daha iyiyi hedefleyip hem yaptığımız işten zevk almakta hem de kendimizi mesleğimize hazırlamaktayız. Dergimizin gelişiminde emeği olan, çorbaya eser miktarda da olsa tuz atmış bulunan herkese çok teşekkür ederiz. 20 yıllık Optimum Ailesi’nde iki ayını doldurmuş biri olarak dergiye gösterilen özeni ve ekibimizin sıcakkanlılığını başka hiçbir yerde görmediğimi de belirtmeliyim. Umarım daha da iyi işlere şahit olurum.

Esra YILMAZ