Kendimi bildim bileli Rusya ve Rus kültürü hakkında meraklı bir insandım ve hayatımın en büyük hayallerinden biri olan Çarlık Rusya’sının başkenti meşhur Saint Petersburg’u namı değer Leningrad’ı ziyaret etme fırsatı karşıma çıktığımda çok da fazla düşünmeden bu “Language Programme” etkinliğine Rusçamı daha da ilerletmek amacıyla başvurdum.
1 Aralık 2019 günü hayatımın en mükemmel haftasını yaşayacağımdan haberimin olmadığı bu gezi için İstanbul Havalimanı’na geldim ve burada etkinliğe beraber gideceğimiz diğer Türk arkadaşlar ve Hırvat arkadaşım Ivan’la buluşup uçağa atladık. Yol boyunca aklımdaki ilk yegane soru altmış derece enleminde bulunan ve Rusya’nın kültür başkenti olan bu şehirde deneyimleyeceğimiz kıştı ve üşüyüp üşümeyeceğimdi ve bunun cevabını yoğun kar yağışı nedeniyle piste bir saat gecikmeli inerek aldım. Estiem etkinliklerinde çok rastlanmayan bir incelik gösteren Rus arkadaşlarımız bizi havalimanında karşıladılar ve mükemmel insanlarla burada tanıştım. Proje Liderimiz Katya, Sofya, Daniil, Nastya ilk tanıştığım insanlar oldular. Petersburg’da ilk dikkatimi çeken şey ise kalacağımız hostele gitmek için bindiğimiz metroda göz kararıyla belirlenen bir kararla metrolara bagajlarıyla, valizleriyle gelen insanların büyük valizi varsa iki kişilik fiyat ödemesi idi, bizde bu durum ne taşıyabilirsen serbest olduğu için ilgimi çektiğini söyleyebilirim. Hostele gitmek için metrodan çıktığımızda karşımda dünyada gördüğüm en güzel caddeyi gördüm diyebilirim. Petersburg’un kalbi olan bu caddenin adı “Nevskiy Prospekt”. Zaten daha önceden ihtişamını duyduğum bu büyüleyici yer kilometrelerce uzanan olabildiğine geniş bir cadde ve dümdüz bir sıra boyunca uzanan ve gotik mimari örneğini buram buram hissettiğiniz heykellerle ve süslemelerle süslü aynı boy seviyesinde inşa edilmiş mimarinin en mükemmel örneği binalarla dolu sonu ve başı gözükmeyen bu cadde beni ilk bakışta Petersburg’a aşık etti. Cadde üzerinde yer alan hostelimize yerleştikten sonra akşam yemeği yemek için oturduğumuz bir restorantta etkinlik ücreti işlerimizi halledip Türk yemeklerinden çok da farklı olmayan bir yemekten sonra çayımızı içip “Belgrad” isimli bara geçtik. Burada etkinliğin geleceği hakkında ilk müthiş izlenimlerimi elde ettim diyebilirim. Sanki senelerce arkadaşmışız gibi ettiğimiz sohbetler, söylenen karaokeler ve tanışmalar oradaki LG’nin her bireyine hemen ısınmama yol açtı. Rusya Milli Marşı’nı açıp karaokede Ruslarla beraber ezbere söylememe Ruslar inanılmaz şaşırdı ve hala daha her gün bir kere dinlediğim Leningrad’ın www şarkısı ile de bu gece tanıştım LG SPB’nin sembol şarkısı diyebilirim onun için. Yolun da verdiği yorgunlukla son şarkılar söylendikten sonra saat üç civarı hostele döndüm ve yarını sabırsızlıkla bekleyerek uykuya daldım.
İkinci gün Rusça’ya giriş dersimizin gerçekleşeceği kütüphaneye ulaştık. Adeta her köşesi bir sanat eseri olan bu kütüphane Rus halkına gün boyu açık ve internet, su gibi bedava hizmetler de burayı Ruslara zaman geçirmek için inanılmaz verimli bir mekan haline getirmiş. Daha sonra sorduğumda kütüphanelerinin Rusların hayatlarında çok önemli yeri olduğunu ve burada akademik aktiviteler için sık sık bulunduklarını öğrendim. Öğlene kadar Rusça ve Rus kültürüne giriş yaptıktan sonra en merakla beklediğim kısma geldik aslında. Dostoyevski’nin, Puşkin’in ve meşhur tüm Rus yazarların romanlarını, şiirlerini kaleme aldığı, bale, opera, mimari, tiyatro, resim aslında tüm sanat dallarının hepsiyle özdeşleşmiş bu mükemmel şehrin şehir turu vakti gelmişti. Nevskiy Prospekt üzerinden başlayan turumuz Fontanka Kanalı üzerindeki heykelli köprü ile başladı ve büyük, inanılmaz estetik opera binaları, tiyatrolar, dükkanlar, saraylar ile devam etti. Kazan Katedrali ve Rusya denince akla gelen soğan kubbeli Kiliselerden biri olan Voskresenia Khristova Kilisesi beni büyüleyen yapılar oldular. Ardından tam da hayallerimin yerine ulaşmıştık: Saray Meydanı. Rusya’nın kültür başkenti Petersburg’un tam merkezi olan bu meydan bir tarafta kışlık saray ve günümüzde Dünya’nın en iyi müzesi olarak bilinen “ERMİTAJ” diğer tarafta ise yine Çarlık Sarayı ile çevrili. Şehir turu bitmeye yaklaştığında üç eşit takıma ayrıldık ve pub crawl’umuz başlamış oldu. Daha önce Sofya’da katıldığım ve büyük zevk aldığım pub crawl’da bu büyüleyici şehirde beni neler beklediğini düşündükçe içim içime sığmıyordu. Karlı sokaklarda Valeri’yi düşmekten kurtarıp iki saniye sonra kendimin düşmesine o anları kayıt eden Katya ile hala gülmekteyiz. Gece sonunda hostele nasıl ulaştığımı hatırlamamakla beraber tüm gece boyunca yaka kartımı çalmaya çalışan Nastya’ya kesinlikle kaptırmama rağmen sabah uyandığımda yaka kartımın çalınmış olduğunu görmemi ve Nastya’ya göre sonunda yaka kartımı ona isteyerek verdiğimi iddia etmesi sabah şaşırdığım en ilginç anekdotlardandı.

Üçüncü gün başka bir kütüphanedeki bir sınıfta Rusça’nın daha fazla içine girmeye yönelik aldığımız derslerden ve Rusça öğrenme ile geçen bir günden sonra Russian Paradise dedikleri Rus Estiemerlardan birinin evinde Rus yemekleri ile bir gece geçirdik. Mantını çakması olan Pelmeni, Rus Salatası ve tabii ki havyar ve ekmek menümüzdü ve hepsini çok beğendiğimi itiraf etmeliyim.
Dördüncü gün heyecanın en yüksek olduğu gündü diyebilirim. Üç gündür birbirimize inanılmaz ısındığımız on beş katılımcı yirmi-yirmi beş Rus yaklaşık kırk kişilik grubumuzla gün boyu Yulya’dan aldığımız Rusça dersleri ve kısa fakat kendimizin hazırladığı Rusça cümlelerden oluşan mini tiyatrolarımızı oynadığımız language activity’den sonra Rus halk şarkılarıyla dans etmeyi öğrendik ve aynı zamanda etkinliğin maskotu olan “Kalabok” ile bugün tanışmıştık. Ama heyecanımızın asıl nedeni bir Estiem etkinliğinin her şeyi olan international night’tı. Zaman gelip çattığında Almanlar, Belçikalılar, Türkler ve tabiki ev sahibi Ruslar masaları kurduk ve kendi içkilerimizi ve atıştırmalıklarımızı tanıttık. Gecenin ilk saatlerinden itibaren lezzet denizinde yüzmüş olsam da ilerleyen saatlerde artan eğlence dozu, müzik ve hep beraber eğlenmemiz unutulması zor akşamlardan birine daha yol açmış oldu.
Beşinci gün international night’ın sabahı olması nedeniyle biraz daha geç uyanarak Rusça derslerimizin son gününü geçirdik. Yavaş yavaş etkinliğin sonuna yaklaşmak zor olsa da kurduğumuz büyülü arkadaşlık bağı hepimizi birbirine daha sıkı bağlamaktaydı. Akşam yemeğinde gittiğimiz restoran SSSR temalı bir restorandı ve burada meşhur Rus yemeği olan Borş yeme hedefime ulaştım. Lahanadan yapılan bu klasik Rus yemeğini beğendimi söyleyebilirim. Restoran ise her tarafı Sovyet dönemini anımsatan fotoğraflarla doluydu ve tam anlamıyla benim için bir cennetti. Yuri Gagarin posterinin önünde çektirdiğim fotoğraf favorilerim arasına girdi. Ardından gecemizi oyun konseptli olan barda oyunlarla eğlenerek tamamladık.

Altıncı gün hüznün gittikçe arttığı beraber olacağımız son günün bilincinde olduğumuz fakat aynı zamanda gideceğimiz çok özel bir yer olduğundan dolayı da heyecanlı olduğumuz bir gündü. Bugün dünyanın en iyi müzesi Eski Kışlık Saray Ermitaj’ı ziyaret edecektik. Saray Meydanı’na olan yürüyüşümüzde bu büyülü şehri, Nevski Caddesi’ni Kazan Katedrali’ni yolda bir kere daha gördükten sonra Saray Meydanı’na ve Ermitaj Müzesine ulaştık. Ermitaj; içerisinde milyonlarca eser barındıran dünyanın en ünlü tablolarından, ressamlarından, heykellerine, antik Mısır eserlerinden antik Yunan eserlerine, halılara, iç mimari düzene, vitraylara, İncillere, minyatürlere her türden en iyi eserler bulunan bir müzeydi. Ayrıca bu müzede Rus İmparatorluk tarihindeki önemli kişiliklerin Çarların, Çariçelerin portrelerinin yer aldığı Kutuzov gibi Rusya’nın babası denilen komutanların portreleri de yer alıyordu. Müzeye giriş eğer öğrenciyseniz ve ISIC kartınız varsa nerenin vatandaşı olursanız olun ücretsiz. Giriş yapar yapmaz karşımıza çıkan merdivenler ve inanılmaz süslü tavan dikkatimizi hemen çekti. Grup fotoğrafı çekildikten sonra iki takıma ayrılarak müzeyi gezmeye başladık. Bize müzede rehberlik yapan arkadaşımız Veronika elinde yine yapmamız gereken görevleri taşıyordu ve müze içerisinde bunları da yapmalıydık. İlk görev saf altından yapılmış sütunlarla ve inanılmaz lüks süsleriyle kocaman bir balo odasında vals yapmaktı. Tam eşlerimize ayrılıp o nice tarihi ismin, Petro’nun, İvan’ın, Katerina’nın ve tarih boyunca yaşamış birçok soylunun vals yaptığı, bale yaptığı balo salonunda vals yapacakken müze görevlisi buna iznimizin olmadığını söyledi ve vals yapamadık. Balo odasından sonra başta Rembrand olmak üzere Da Vinci, Picasso ve birçok ünlü ressamın resimlerinin yer aldığı odalara geçtik ve favori ressamım Rembrand’ın inanılmaz yeteneğini canlı şekilde görerek şahit oldum. Müthiş tablolardan sonraki durağımız Orta Çağ bölümüydü. Burada eski İnciller, Minyatürler, Haçlar ve ahşaptan yapılmış birçok sanat eserini fotoğrafladım. Tabii ki girdiğim her odadaki avizeler, tavan süsleri ve duvar süsleri her odadaki ihtişam ağzımızı hayretler içinde açmamıza yeterliydi. Sonraki durağımız “Peacock Clock” oldu. Ermitaj’ın en popüler parçası olan ve her gün günde bir kere hareket edip ötmesiyle meşhur olan bu saat, saf altından yapılmış bir sanat eseri. Öterken altından yapılmış tavus kuşu boynunu hareket ettirerek kuyruklarını açıyor ve inanılmaz bir görüntü ortaya çıkartıyor. Saatten sonra Yunan ve Mısır bölümlerinde eserleri inceleyerek heykellerinin taklitlerini yapmaya çalıştık ve Ermitaj gezimizi 3500 yaşında olan bir mumyayı görerek sona erdirdik. Günün devamında Avrupa’nın en büyük gökdeleni olan 468 metre yüksekliğindeki Gazprom’un merkezini uzaktan gördük ve orada hayatımda ilk defa bir denizin donmuş olduğunu gördüm. Baltık Denizi komple donmuştu. Sanırım bu Rusların sıcak denize olan sevdasını daha iyi anlamamı sağladı. Zenit St. Petersburg takımının stadını da uzaktan gördükten sonra son akşamımızı geçireceğimiz party bus’ımıza bindik. Son akşam da geçirdiğimiz son eğlenceli gecemizden sonra sabah ayrılık vakti gelmişti. Bütün hafta bizimle inanılmaz ilgilenen arkadaşlarıma vedalarımı ederek dört Türk çağırdığımız Uber’a bindik. Rusların çılgınca araba sürme kabiliyetini ve atlattığımız bir kazayı gördükten sonra Pulkovo havalimanına ulaşarak bu muhteşem şehre, insanlara ve anılara veda ederek İstanbul’a döndüm. Geride kalan anıları ve arkadaşlıkları hayatımın sonuna kadar hatırlayacağım bu muhteşem hafta hayatımda hep önemli bir yer tutacak. Özellikle yazın güneşin neredeyse batmadığı beyaz gecelerde bir kere daha gitme planım var ve tabii ki oradaki müthiş Estiemerlarla tekrardan görüşmek çok eğlenceli olacaktır. Rusya’nın kültür başkenti Saint Petersburg’un kesinlikle ziyaret edilmesini öneririm özellikle eğer bir Estiemersanız ilk gitmeyi düşünmeniz gereken etkinlikler buradakiler olmalı.
Dinçer Yılmaz