1. Bizlere kendinizden bahsedebilir misiniz? Kimdir “Yavuz Dizdar”, sizler kendinizi nasıl tanıtmaktasınız?

Benim de herkeste olan, olması gereken bir bilimsel merakım var. Bu biraz da açıklanamayan şeyleri açıklamak ya da anlamlandırmak çabası. Bir düşünce ortaya çıktığında onu anlamaya ve açıklamaya çalışırım. Bu bir arayışsa klasik örneği Mısır piramitleri ile başlar; o devasa eserleri neden yaptıklarını anlamaya çalışmak bu merakın bir örneği, dürtünün peşinden gitmek, duvara toslamalar gerçekleştiğinde de vazgeçmemek, aslında işin özü bu. Ama sonrasında bu açıklama güçlüğünün aslında özellikle tıpta olduğunu fark ettim. Tıpla ilgilenenler de bir şey yaparlar ama mühendislerin aksine, yaptıklarının aslında ne olduğunu bilmezler. Mühendis kendi planladığını yapar, oysa insan zaten var olan, hastalıkları var, dolayısıyla doktorlar gördüklerini betimlemekten öteye pek geçemezler. Ben bu anlama çabasının bir ürünüyüm desem çok da yanlış olmaz. Canlılığın prensiplerini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum, mesafe kaydetmediğimi söyleyemem ama her zaman aynı hızla ilerlemek de mümkün olmuyor. Anlamlandırma genellikle o sistemin içinden çıkmaz, kimi zaman bir mühendisin bakış açısıyla yaklaşmak bile mühendis de insan olduğundan daha geçerli çıkarımlara götürebiliyor.

 

  1. Bizlere bir bilim insanı olmaya doğru giden kariyer yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz?

Ben ne kadar bilim insanıyım, bunu da yanıtlandırmak zor. Ben bilimle ilgileniyorum, bunu saf bir merak olarak bunu sürdürüyorum. Tıp fakültesine tıbbı kendi kendime öğrenemeyeceğimi düşündüğüm için girdim, ezbere kaçmadan olabildiğince öğrenmeye çalıştım. Mecburi hizmetten döndüğümde ise özellikle ilaç bilimine yöneldim, aslında amacım bilimsel araştırma prensiplerinin nasıl olduğunu kavramaktı. Bu bir yerde bilimsel disiplinin ne olduğunu anlamama yardımcı oldu ama beri yandan da hayal kırıklığı yarattığını söylemeliyim. Çünkü biyolojik bilimler, mühendisliklerin aksine çok fazla değişkenlik içerir ve bu değişkenlik anlaşılamadığından istatistiğe gereksinim duyar. O zaman da konuşurduk, tıp pozitif bir bilim değildir, bilim olduğu bile tartışılır, daha çok pozitifleşme çabası içerisinde olan bir alandır. Bu kısıtlılığını aşamadığı için de hastalıkların tanıları bile kriterleri karşılamalarıyla konur. Bir adlandırmanın kabullenilmesi için kriterler arıyorsanız, yani “şu, şu ve de şu bir arada olmalıdır” diyorsanız burada bilimden bile bahsetmek zordur.

 

  1. Kendinizi bilime adamış bir bilim insanı olarak hayatınızda karşılaşmış olduğunuz en büyük zorluk sizce neydi ve bunun üstesinden gelmeyi nasıl başardınız?

Aslında insan bilime adanmak zorunda değildir. Benim seçimim biraz iradi, daha çok da vazgeçmemek inadından ortaya çıktı. Günlük yaşamda kısıtlı koşullarla yapabileceğin şeyler sınırlı, bu durumda bir yol olarak koşullarınızı değiştirmek için genele uyarsınız, ana akım tıp böyle ortaya çıkar, size rahat bir yaşam olanağı sunar. Diğer yol ise buna karşı koymaktır, biraz geri çekilirsiniz ve kısıtlı olanlarla yetinirsiniz. Zaten çok rahat olan koşullardan esas bilim ortaya çıkamaz, bilim genellikle yoksunlukların eseridir. Bu bir yol ayrımıdır, ben yol ayrımına geldiğimde koşullarımı rahatlatmak yerine diğerini seçtim. Kısıtlı bir yaşam, evde kediler ve ben, yapabileceğiniz en iyi şey okumak ve anlamlandırmaya çalışmak oluyor ve bu çok keyiflidir. Deney aşaması bile bir şeyin ispatı için gerekir, gözlem amacıyla deney yapılamaz, gözlem sisteme müdahale etmeden sadece izlemek ve anlamlandırmaya çalışmaktır. Bütün mesele sıra dışı olanı görebilmeyi başarmaktır.

 

  1. Gerek akademik gerekse de kariyer hayatınıza baktığımızda sizi pek çok konuda çalışmalarda bulunduğunuzu görebilmekteyiz. Sizce bu başarılarınızın sırrı nedir?

Beni mutlu eden sözleriniz için çok teşekkür ederim, ama başarılı mıyım bu da tartışılır. Yapmaya çalıştığım tek şey görmek, yani algılama becerisini artırmaya çalışmak. Bunun klasik örneği aslında Newton’dur. Herkes elmaların ya da cisimlerin düştüğünü görür, ama bunu anlamlandırmak için o ruh haline erişmeniz gerekir. Kısıtlı olanaklar bu ruh haline girmenizi kolaylaştırır, mutfağı uzun süre temizlememek lüksü bile aslında biyolojik dönüşümün nasıl olduğu konusunda ciddi bilgi sağlar. Ama bir konunun aslına varmak istiyorsanız bir alanla sınırlı kalmayacaksınız, esas olan budur. Bir alanda kalırsanız o işin uzmanı olursunuz, çok iyi becerir hale gelirsiniz ama beri yandan bütünden koparsınız. Dünyada hiçbir şeyi bir alanda kısıtlı kalarak anlamlandırmak mümkün değildir, merak ve anlama arzusu bambaşka konuları okumayı zorunlu kılar. Benim bir başarım varsa bu da birbirinden tamamen farklı konuları, onları aynı kavram altında birleştirebilmek için okumamdır. Mesela piezoelektrik etki dediğinizde bu sizi kuvarsın basınç sonrası relaksasyonda elektrik deşarjlarına götürür. Ama aynı deşarjlar kemik ya da boynuz için de söz konusudur. Bu elektrik deşarjları kalsiyumun sisteme girmesini, beri yandan da sistemin güçlenmesini sağlar. Dolayısıyla “piramitleri alternatif enerji kaynağı olarak mı yapmışlar” düşüncesinden yola çıkıp osteoporoz olarak adlandırılan kemik erimesinin mantığına erişirsiniz. Bilimle uğraşmak isteyen, ama yeni şeyler algılamak isteyen herkes çok yönlü okumak zorundadır. Hatta insanın bakış açısının genişleyebilmesi, fark etme yeteneğinin artması için felsefe, sanat ve tasavvuf da zorunludur, yoksa bir şey yapamazsınız.

 

  1. Sizlerin belirlemiş olduğunuz bir yaşam felsefeniz mevcut mu, varsa bizlerle paylaşabilir misiniz?

İyi bir insan olmak bu felsefenin başında gelir, iyi olanı herkes için isteme de bir sonraki adımdır. İnsan kanaat ederse, kendini kaptırmazsa başkalarının algılamakta zorlandığı şeyleri görebilir ve anlamlandırabilir. Ama bu farklı bakışın kazandırdığı bilgiyi de başkalarıyla paylaşması zorunluluktur, paylaşmazsa kaynak kurur. Şunu anlatmaya çalışıyorum, eğer bilgi üstünlüğünüz ya da bakış farklılığınız varsa bunu diğerlerine de anlatacaksınız. Siz anlattıkça, paylaştıkça yenilerini öğrenmek ve kavramak için gözleriniz daha fazla açılır. Bu bilginin doğasıyla ilişkili bir durum, bazı ülkelerin bilimsel anlamda daha ileri olması bizim daha az bilmemizden değil, onların paylaşmak ve etkileşime girmek açısından daha istekli olmalarından kaynaklanır. Bunu bir yaşam felsefesi olarak kabul etmek zorundasınız, yoksa herkesin bildiğini kendine sakladığı bir ortam çok fazla doğurgan olmaz.

 

  1. Oldukça yoğun bir programa sahip olduğunuzu görebilmekteyiz. Bu yoğun temponuzu nasıl geçirmektesiniz, sizlerin kullandığınız özel bir teknik veya yaşam stili var mı?

Aslında yoğun bir programım yok, benden istenenleri geri çevirmediğim için program yoğunmuş gibi görünüyor. Ben de bunun gerekliliklerini yerine getirebilmek adına özel yaşam denen alandan feragatte bulunuyorum. Yani erken yatmak ve erken kalkmak genel prensiptir, insan rahata kolay alışır ama dinlenmiş kalkılan bir gün çok daha verimli geçer. Hiç mi arkadaşlarımla buluşmuyorum, elbette ayda yılda bir büyük keyfi aldığım buluşmalarımız oluyor, sonuçta onlar beni var eden önemli bileşenlerden biri. Bazen de bu röportajda olduğu gibi tempoya yetişememe gibi durumlar ortaya çıkıyor, ama bu da diğer işlerden kaynaklanan bir durum. Bu pandemi döneminde evde kalmak kolaylaştı gibi görünüyordu, ama bu kez de iletişim teknolojisi nedeniyle evden katılmak söz konusu olduğundan kendi kendinizle olmak lüksünüz bilakis azaldı. Saat dokuzda başlayan bir konuşma çok geç olmasa da beyin konuşmanın ritmine odaklandığında bir saatte bitse bile yeterince dinlenemeden uyuyorsunuz. Bunlar üst üste eklendiğinde ister istemez günlük temponuzda ya da verimliliğinizde aksama meydana geliyor.

 

  1. Teknolojinin tıp alanındaki etkisi ortada, gelecekte de teknolojilerin bu yönde hızla ilerleyeceğine dair pek çok varsayımlar ve bunlara dair çalışmalar mevcut. Sizce tıp alanında teknolojinin yeri nedir?

Her alanda olduğu üzere tıpta da teknolojinin yeri artıyor ama maalesef bunun tıbbın kendisiyle bir alakası yok. Öncesinde de vurguladığım gibi, canlı sistemi algılamaya çalışırken kullanılan imkanların artması onun algılanmasını kolaylaştırmıyor. Bir örnekle açıklayayım, mesela ben farmakolojiye başladığımda bağırsak kasılmalarının izlenmesi için bunun bir tüp sistemine yerleştirilmesi ve asılı olduğu ipin ucunun dönen silindirdeki kağıda ısıl işlemle kaydedilmesi mümkündü. Derken teknoloji artınca bunun dijital kaydının yapılması şansı doğdu ama bu teknolojik ilerleme bağırsağın neden kasıldığını açıklamıyor, sadece ölçümünü kolaylaştırdı. Beri yandan bir insülin pompası hayali vardı, kısmen gerçekleşti ama bu da diyabetin neden geliştiğini açıklamıyor. Ben sorunların neden ortaya çıktığını anlamaya çalışıyorum, teknoloji onların çözümünü kolaylaştırma yolunu seçiyor. Başarılı mı? Elbette başarılı, ama tıbbın esasına olan katkısı tartışılır.

 

  1. Bir onkolog olarak sizce İnsan Genom Projesi benzeri projeler sonucunda başlanılan yeni nesil kansere yönelik tedavi çalışmaları ile gelecekte gerçekten kansere çözüm bulunabilecek mi?

Çok hazindir ama ben kansere çözüm bulunmaya çalışıldığına inanmıyorum. Çözüm olacaksa bu kanserin ortaya çıkmasına neden olan faktörlerin anlaşılmasından geçiyor. Sonuçta hastalığın arttığını biliyoruz ama ilgimiz neden arttığına değil, nasıl tedavi edileceğine yöneliyor. Birincisini seçerseniz aslında bundan bilim çıkar ama ikincisini seçerseniz bu kez patentli ve ekonomik döngü getiren ürünler söz konusudur. İnsan Genom Projesi’nin tamamlanmış olması çok az şey getirdi, çünkü anlamını bilemediğimiz bir metnin harflerini okumuş olduk ama anlamı hala bilmiyoruz. Bu genç Champollion’un hiyerogliflerin anlamına vakıf olmasından henüz çok uzak. Düşününüz ki ortada şekilleri belli bir yazı var ama dilin konuşanı kalmamış, harflerin sembol yoksa ses karşılığı olduğunu da bilmiyorsunuz. Onun yöntemi belliydi, en yakın yaşayan dil olan Kıpticeyi öğrendi. Her şeyi denedi ama sonunda aynı metnin üç dilde yazılmış olduğu Rosetta taşı bulunana kadar bir şey olmadı. Bu taştaki bir tek kelime ölü bir dilin okunmasını ve anlaşılmasını sağladı. Genom Projesi bize henüz Rosetta taşını vermedi, sadece harf dizilimini anladık.

  1. Teknoloji ve insanın birleşimi olan Augmented Humanity(Arttırılmış İnsanlık) ilerlemelerinin tıp alanındaki etkilerinin, çözümlerinin ne düzeylere ulaşmasını öngörüyorsunuz?

İnsanın fiziksel olarak güçlendirilmesi, bedeninin işlevlerinin artırılması çok da yeni bir yaklaşım sayılmaz. Aslında biz bu kavramla Altı Milyon Dolarlık Adam dizisinde tanışmıştık. Bir kaza sonucu ciddi kayıplar yaşayan birinin biyonik göz, çok hızlı koşmasını sağlayacak bacaklar ya da çok güçlü kollarla donatılması hayali o zaman da söz konusuydu ve o dizinin esasını oluşturuyordu. Bugün geldiğimiz noktada uygulamaya daha fazla yaklaşıldı, ama bunun insanla bir alakası yok. Bir nedenle kolunu kaybetmiş birine artık göstermelik protez takmak zorunda değiliz, sinir uçlarından aldığı komutla en azından temel hareketleri yapabilen bir kol oluşturmak, bunu eğitmek, kişiyi kaybını en az hisseder hale getirmek elbette iyi bir şey. Ama uygulamanın bununla sınırlı kalacağını sanmıyorum, tamamen başarılı olması durumunda daha hassas kulaklar, daha hızlı bacaklar isteyenler de olacaktır. Bu gerçekleşirse bugüne dek yaşadığımız dünya algısını değiştirebilecek olasılıkların kapısını açar. Mesela dünyada 100 metreyi 10 saniyenin altında koşabilen insan sayısı kısıtlıyken, Olimpiyat rekorlarının anlamını da sorgulanır hale getirir. İyi niyetle başlanan çoğu şey ne yazık ki orada kalmaz, bunu bir ucu da savaşma becerisi geliştirilmiş bir ordu yaratılması olabilir. Gerçekten olur mu, sanmam, ama savaşma becerisi yüksek mekanize sistemler zaten var. Bu örnekten de hareket ederek aynı soruya varırız, sizin adınıza savaşan makinaların birbirlerini yenmesi sizi ne kadar tatmin eder? Çok keskin görüşü, çok hızlı analiz yeteneği olan biri de elbette şans oyunlarının tanımını değiştirecektir. Bizim yapmamız gereken kendini gerçekten insani anlamda geliştirebilmiş nesillerin yetiştirilmesi. Mekanizasyonun bu derece artması bile otobüs biletçilerini, ATM’ler sayesinde banka çalışanlarını ve bir adım ileride de kasiyerleri tasfiye edecek. O zaman bugün okullardan ya da üniversitelerden yetişenler ne yapacak, iyi planlanması gerekiyor.

 

  1. Genetik alanında yapılan çalışmalarla pek çok ilerleme kat ediliyor. Özellikle son zamanlarda CRISPR/Cas9 Tekniği ile birlikte tasarlanmış insanlığın geleceği konuşulmakta. Sizlerin bu konu hakkında düşünceleri nelerdir?

Bu da hassas konulardan biri, bugüne dek çok fazla bilimkurgu romanına ya da filmine de konu oluşturdu. Aslında kavram bir yerde genetik kusursuzluğu çağrıştırıyor, yani bugün tedavi amacıyla kullanılmaya başlasa da iki adım sonrasında aha üstün becerileri olan ve genetik anlamda kusur taşımayan bireylerin kapısını aralar, buna öjeni adını veriyoruz, iyi soy anlamına geliyor. Bu kavrama sığınan bir grubun İkinci Dünya Savaşı’nın dinamiğini başlattığını da unutmamalıyız. Oysa insanlığın geleceği için genetik olarak kusursuz ya da saf kan olmak sorunludur, önemli olan çeşitliliktir. Mesela sıtmadan bahsedelim, içlerinde orak anemi mutantları olmasa bir sivrisineğin taşıdığı etken bütün nüfusu ortadan kaldırır. Bizim kusursuzluk tanımımız sanırım kusurlu, çünkü kusursuzluk diye bir şey yok, üstelik kavram göreceli. Birinin kusurları diğerinin kusursuzluğunu belirliyor, ama önemli olan çeşitlilik ve toplumun içindeki bütün kusurlu ya da kusursuzlara eşit davranabilmesi. Şimdilerde azaldı, ama eskiden bütün aileler erkek çocuk isterlerdi. Bu teknoloji sanırım bunu da yapabilir, ama herkesin erkek olduğu bir toplum düşünebilir misiniz? Ama bu teknolojiyi genetik yükü nedeniyle daha doğuştan sorun yaşayacağına inandığınız birinin tedavisi için kullanacaksanız o zaman sorun yok. Hep söylediğim gibi, sorun teknolojinin gelişmesinin sunduğu avantajlarda değil, bu avantajların başka başka biçimde yorumlanmasında. Beri yandan genetik olarak sorunlu olanların sigorta açısından sistem dışına atılmaları da bir seçenek, WhatsApp “içeriği kullanacağız” dediğinde bile bayağı yaygara koptu.

  1. Sizce pandemi sonrası tıp ve teknoloji alanında gelişmeler nasıl olacak, bizleri daha iyi bir sağlıklı yaşam bekliyor mu?

Pandemi çok şeyi değiştirecek gibi görünse de bunun tıbba bir yansıması olacağını düşünmem, çünkü tıbbın içi zaten boş. Mühendisliklerin aksine neyle uğraştığını bile henüz anlayabilmiş görünmüyor. Buna karşılık teknolojinin zemini sağlam ama onunda bir kısıtlılığı var, ne bulursa ne geliştirirse geliştirsin doğada olan bir şeyi model almak zorunda. Bir zamanlar kızıma okuldan bir ödev verilmişti, “bir hayvan tasarlayınız”. Ben ödevin üzerine büyük bir iştahla çöktüm, onun kendi imgeleri ama benim de daha fazla bilgim vardı. Sonunda aynı noktada olduğumuzu anlamam sanırım bir yarım saat aldı. İkimiz de daha ileri geçemiyorduk, sizin sınırlarınız tamamen kaldırılmış olsa bile tanımlayacağınız yeni hayvan biçimsel olarak bildiklerinizin kombinasyonundan öteye geçemiyor. Yani eninde sonunda bir cins Sfenks tasarlayabiliyorsunuz: elleri aslan, kafası insan, vücudu her ne ise yapabileceğiniz hep bir kimera olmak zorunda. Bugün bütün bilimkurgu filmlerindeki yaratıklara bakın, hepsi bir diğerinden bileştirilerek oluşturulmuştur, insanın algısı ancak bu kadar olabiliyor. Teknoloji de giderek detaylanabilir, hızlanabilir ya da güçlenebilir ama mühendislik de sonuçta bu algıya tabi. Son yıllarda geliştirilen ürünlerin çoğu türev, sadece modellerin işlevi değişiyor. Tesla zamanının radyo mantığıyla bugün arasında birkaç adımdan fazlası yok. Nitekim bizi çocukluğumuzun efsane dizisi Uzay Yolu bile açılır kapanır kapıları ve “Kirk’ten Atılgana” nidasının cep telefonunda karşılık bulmasının ötesine geçmedi. Işınlama ya da ışık hızında bir yolculuk bazı şeyleri değiştirebilir ama henüz pek yanına yaklaşamadık.

 

  1. Bilim insanı olmayı hedefleyen genç beyinlere sizlerin tavsiyeleri nelerdir?

Genç bireylere tavsiye en kolayı, ama uygulaması o kadar kolay değil. Birincisi elbette merak sahibi olacaklar ve bunu sürdürecekler, merak olmadan bir şeyin gerçekleşmesi olasılığı yoktur. Ama bu aynı zamanda bir yaşam biçimidir, yani siz merakınızla yeni bir şey bulup da bunu patent korumasına alıp ticari unsur haline getirirseniz çok para kazanabilirsiniz, iyi bir iş insanıysanız büyük bir servet de edinebilirsiniz. Bu yaklaşım bir noktadan sonra sizin artık bilim insanı olma hedefinizle çakışır. Bugüne yön verenlerin biyografilerini okurlarsa sanırım somut örnekler üzerinden hareket edebilirler. Edison elektrikli sistemlerin kullanımında çok başarılı olmuş bir mucittir ve aynı zamanda da iyi bir iş insanıdır. Buna karşılık rakibi sayılan Tesla bambaşka bir şeydir, nitekim bugünümüzü Edison değil, Tesla biçimlendirir. Beri yandan bütün bunların üzerine kurulu bir de ticari faaliyet, yani rekabet sistemi vardır. Bu sistem yeni ve farklı olanın önünü açar, ama beraberinde dünyayı da bambaşka bir noktaya şekillendirir. Tesla’nın alternatif elektrik tribünleri bugün prizlerden gelen elektriğin esasıdır, neredeyse yüz yıldır bir şey değişmemiştir. Ama bu elektrik aynı zamanda daha yüksek binaların yapılabilmesini de olanaklı hale getirmiş, gökdelenler ortaya çıkmış, insani boyuttan da bir o kadar uzaklaşılmıştır.