1. Bir klasik olarak sizi tanımayla başlayalım. Bizlere kendinizden bahsedebilir misiniz, siz kendinizi nasıl tanıtmaktasınız? Pek bilinmeyen yönleriniz nelerdir?

Kişinin kendisinden bahsetmesi zor. Çok zaman olduğumuzu zannettiğimiz kişi değilizdir çünkü. Başkaları tarafından bilinmeyen yönlerimiz olduğu gibi, kendimizin de bilmediği yönlerimiz var. Hayatın akışı içerisinde şaşkınlıkla farkına varırız bilmediğimiz yönlerimizin. Doğrusu, benim için edebiyatı vazgeçilmez kılan -yazar olarak da okur olarak da- kendi bilinmedik yönlerimizle bizi karşılaştırmasıdır. Bunu, bilinmeyen yönlerimiz edebiyat vasıtasıyla bilinir hale gelir, diye anlamamak gerekir; daha çok bilinmeyen yönlerimiz olduğunun farkına varırız. Kendimden söz ettiğimde biyografik bilgiler vermeyi, şu okulda okudum, bu işi yapıyorum, demeyi uygun bulmuyorum açıkçası ama bunların dışında da ben şöyle biriyimdir demenin de içerisinde doğruluk barındırsa da varsayımdan, kuruntudan öteye geçmeyebileceğini akıldan çıkarmamak yanlısıyım. Belki bütün bu cümlelerden çıkabilecek kendime ait bilgi şu olabilir: Sanırım kendimden söz etmeyi sevmiyorum.

  1. Kariyerinize baktığımızda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olduğunuzu görmekteyiz. Yanı sıra bir söyleşinizde orta okul yıllarından beri yazdığınızı belirtmişsiniz. Nasıl oldu da kariyerinizi yazarlık alanında şekillendirmeye bu kadar erken ve net bir şekilde karar verdiniz, sizin bu yöndeki temel motivasyonunuz ne oldu? Bu yolda ne tür engellerle karşılaştınız?

Kitapları ve edebiyatı seviyor olmam oldukça etkilidir. Beni yoldan çıkaran sevdiğim yazarlar olmuştur. Onlara öykündüğüm için başladığımı zannediyorum yazmaya. O yaşlara has kimi duygular da etkili olmuş olabilir. İçe kapanıklık, iletişim sorunları, bir yanda büyük hayallerin cazibesi öbür yanda alabildiğine sıradan bir gündelik hayat, bunların arasında sıkışıp kalmışlık duygusunun yarattığı içsel basınç. Bunlarla baş etmenin yolunu yazmakta buldum sanırım. Yazmak, bir yanıyla kendimi ifade etme yoluydu, yalnızlık kırılıyordu; bir yandan da kendimi tanımaktı. Şanslıydım; kitaplarla, eski dergilerle dolu bir evde büyüdüm. Aynı evde büyüdüğümüz benden bir yaş küçük erkek kardeşimin edebiyatla benimki gibi bir bağı olmaması, başka etmenlerin de etkili olduğunu gösteriyor. Ama bunların ne olduğunu belirlemek kolay değil. O mühendis oldu, benim kitaplara gömüldüğüm yaşlarda o mekanik aletleri kurcalardı. Demek bir zihin yapısı farklılığı da söz konusu. Çok iyi Türkçe öğretmenlerim oldu, yazdıklarımın onlar tarafından beğenilmesi de özgüvenimi artırmış olabilir. O yaşlarda genellikle şiir ya da romanla başlanır yazmaya. Şiir ilk anda kolay gelir, romansa en azından hacmi itibariyle zorlayıcıdır. Bense öyküyle başladım. Öyküyü muteber ve üzerinde çalışılabilecek, kendimi ifade edebileceğim, beni mutlu edebilecek bir edebi tür olarak kavramamda da o yaşlarda okuduğum üç büyük öykücü etkilidir. Sait Faik, Orhan Kemal ve William Saroyan. Okul yıllarında büyük engellerle karşılaşmadım, ama çalışma hayatına başladıktan sonra bir dönem çok zorlandım. İkinci öykü kitabımın yayımlanmasıyla üçüncünün arasında 6 yıl vardır. Bu dönem öğrencilik-stajyerlik hayatından çıkıp çalışma hayatına başladığım yıllara karşılık gelir. Geçim derdi, bir düzen kurma ve sürdürme kaygısı sanırım en büyük engeller oldu benim için. Nitekim üniversite yıllarında edebiyatla ya da sanatın farklı dallarıyla uğraşan birçok arkadaşım bu zorlayıcı dönemde büsbütün uzaklaştılar.

  1. Nesnellik ve objektifliğin ön planda olduğu hukuk eğitimini almış olmanızın yazarlığınıza ne gibi etkileri oldu? Örneğin pozitif olarak olaylara farklı açılardan bakabilmek veya negatif olarak da hayal gücünüzü sınırlandırmak gibi etkileri oldu mu?

Hukuk eğitiminin yazı hayatımdaki olumlu etkilerinin başında metin çözümlemeye yatkınlık kazanmış olmam gelir. Sonuçta hukuk eğitimi bir yanıyla yasa metninin ya da hukuk normlarının ne ifade ettiğinin ve bu metinlerdeki genel kuralın tekil ya da tikel olaylarda nasıl uygulanacağını bulmaya dönük bir eğitimdir. Bu noktada şunu mutlaka eklemeliyim. Hukukçunun hikaye etme biçimiyle edebiyatçınınki çok farklıdır, yine de eldeki malzeme dildir, kelimelerdir. Hukuk eğitiminin ya da meslek pratiğinin hayal gücümü sınırlandırdığını zannetmiyorum. Bu alanları (edebiyatı ve mesleği) olabildiğince birbirinden uzak tutmaya büyük özen gösterdim. Gelgelelim, meslek hayatımın şöyle olumlu bir başka etkisi oldu. Otuz yıla yakın zamandır serbest avukatlık yapıyorum, meslek hayatım boyunca toplumun çok farklı kesimlerinden insanları yakından tanıma, sorunlarla nasıl baş etmeye çalıştıklarını, ne gibi tutumlar aldıklarını vs. öğrenme imkanım oldu. Meslek pratiğim sırasında tanık olduğum olayları öyküleştirmekten baştan beri uzak durdum. Avukat olduğumu duyanların en önce söyledikleri budur. “Ne güzel, birçok hikayeyle karşılaşıyorsunuzdur,” derler. Bunun işin kolayına kaçmak olduğuna çok erken zamanda karar verdim. Kaldı ki avukat olarak bize emanet edilen sırları korumak yükümlülüğümüz de var. İsimleri değiştirerek de olsa bu olayları kullanmak bana işin kolayına kaçmanın yanında meslek etiğinin ihlali olarak da göründü. Beri yandan olay ağırlıklı öyküler yazmadığım için ihtiyaç da duymadım bunlara. Fakat başta dediğim gibi çok farklı insanların yaşantılarını, nasıl düşündüklerini, zihinlerinin nasıl işlediğini, hayat karşısında ne gibi tutumlar aldıklarını görerek öğrendim. Bunun dolaylı olarak yazdığım metinleri olumlu anlamda etkilediğini düşünüyorum.

  1. Bir söyleşinizde üniversiteden iş hayatına geçtiğiniz dönem içerisinde edebiyat dünyasına karşı bir küskünlük, kırılma yaşadığınızı belirtmişsiniz. Bizlere birazcık daha buradan bahsedebilir misiniz, sizleri geri edebiyat dünyasına çeken şey ne oldu? Bu süreci nasıl atlattınız?

Edebiyatla bağım benim baştan itibaren dergiler üzerinden oldu. Sözünü ettiğiniz kırılma dönemi bir yandan az önce sözünü ettiğim yaşam biçimimdeki radikal değişimle (öğrenci hayatında meslek hayatına geçmekle) ilgiliydi, ama bir yandan da 1991-1993 arasında yayımladığımız Yazılı Günler adlı edebiyat dergisinin kapanmak zorunda kalmasıyla da ilgiliydi. Yazılı Günler kapandıktan sonra çok az yazdım ama okumaktan, kitaplardan uzak durmamaya çalıştım. 1997’nin sonlarında yayımlanmaya başlayan Virgül dergisini görür görmez çok beğenmiştim. Öykü, şiir gibi edebi ürünler yayımlamayan, kitap yazıları ve eleştiri metinlerine yer verilen bir dergiydi. Virgül’e yaptığım bir çeviriyi götürdüm ve dergiyle aramda yıllar içerisinde sağlam bir bağ kuruldu. Kitaplar, yazarlar üzerine yazı yazmaya Yazılı Günler’i yayımlarken başlamıştım, Virgül’de de devam ettim. Yazıyla yeniden ilişkiye geçmek öyküyle aramdaki bağın da yeniden ısınmasına yol açtı. Ara verdiğim dönemde farklı öykücüleri tanımış, eserleri okumuştum. Sanırım bu dönemde öyküye bakışım da değişti.

  1. Sizleri gerek çeşitli söyleşilerinizde gerekse de sosyal medya hesaplarınızda geçmişten bahsederken görmekteyiz. Geçmişe dönüp baktığınızda neler hissetmektesiniz? Geçmiş yazılarınıza, eserlerinize baktığınızda dönüp pişmanlık yaşadığınız anlar bulunmakta mı?

Çok kötü öyküler, bugün yeniden okumakta zorlandığım yazılar da yazdım, ama bunları yazmadan ilerlemem mümkün olmazdı diye düşünüyorum. Pişmanlık duyduğum metinler elbette var, çokbilmişlikler, özentili yaklaşımlar. Bunlarla iyi kötü yüzleştim. 1992 ve 1996’da yayımlanan ilk iki öykü kitabımın yeni baskıları yapıp yapmamaya karar verdiğim dönemde bunun üzerine düşündüm. Her şeye rağmen 2011’de bu iki kitabı yeniden olduğu gibi yayımlamaya karar verdim. Sonuçta bunları da ben yazmıştım. Yirmili yaşlarımın başındaydım, içlerinde kötü öyküler vardı, ama bazısı da fena değildi sanki. Bir ayıklama yapmak bana dürüst bir tutum gibi görünmedi. İlk yayımlandıkları halleriyle yeniden yayımladım. Bundan hiç pişman olmadım sonrasında.

  1. Bizlere öykü yazma sürecinizden bahseder misiniz? En başta karar verdikleriniz ve yazma esnasında gelişen bölümler neler? Örneğin öykünün sonuna, yazmaya başlarken mi karar vermiş oluyorsunuz?

Baştan bütün kurgusunu düşünüp de yazdığım çok çok azdır. Öyküler yazdıkça, yazarken olgunlaşır çoğunlukla. Beni yazmaya iten bir ruh halidir, ya da buna benzer bir duygudur, bazen bir sözdür, bir harekettir; bunların peşinden giderim. Öykünün yazılmış kısmı devamını belirler, ama bu da mutlak bir süreç değildir, çünkü yazıp bitirdikten sonra da çalışırım üzerinde. Bu kısmını ayrıca severim. İlk yazımından çok farklı yerlere giden, çokça değişen öyküler oldu. Yazdığım romanlardan birini ilk yazımının ardından bambaşka bir şekilde yeni yazdım. Bunu yapmadan önce sevemediğim roman yeni haliyle bana yayımlanabilir göründü. Yani bazen de metnin sonu başını belirledi. Ortaya benden, benim baştaki niyetlerimden bağımsız bir metin çıkması beni ayrıca mutlu eder. Metnin benden bağımsızlaşabilmesini önemserim. Benim niyetlerimle ilerlettiğim öyküde bazen eklektik yerler olur, makas ya da dikiş izi kalması gibidir. Diyelim olaylar arasındaki bir geçiş benim niyetimi sezdirir, dolayısıyla sonradan gelen olay bir yapıştırma gibi kalabilir. Oysa ben müdahil olmayıp mümkün olduğunca ipleri olayların kendi akışına bıraktığımda -bırakabildiğimde- ortaya çıkanın çoğu zaman daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle yazarken çok sevdiğim cümlelere, paragraflara kıymaktan çekinmemeye çalışırım.

  1. Gerek geçmiş gerekse de günümüzde olsun fantastik evren yaratma durumu popülerliğini sürdürmekte. Kurgu alanında önde gelen tecrübeli bir isim olarak sizlerin fantastik evren yaratmaya olan bakış açınızı merak etmekteyiz. Sizce iyi bir fantastik evrenin sırrı nedir?

Çok iyi bir fantastik edebiyat ya da bilim kurgu okuru olmadım, ama şunları gene de söyleyebilirim. Bizi o dünyanın varlığına ikna etmeli okuduğumuz metin. Kendi içerisinde bir tutarlığı olmalı ve o yaratılan evrenin bizim içinde yaşadığımız evrenin bir alegorisi olduğunu hissetmemeliyiz. Alegori olduğunda bir didaktizm de kaçınılmaz hale geliyor. Kuşkusuz, bizim evrenimizden yansımalar olacaktır, oradaki varlıkların iç dünyası bizlerinkini andıracaktır, ama bunun kabaca yapılmaması gerektiğini düşünüyorum.

  1. Sizlerin eserlerinizde insan; gerçekliği, güçlü betimleyici unsurlar ve kendinize has özgün çizgilerinizle ön plana çıkmakta. Sizlerin ilham kaynağınız bu noktada nedir, nereden ilham almaktasınız?

İnsanın karmaşıklığı, anlaşılmazlığı, kendini kandırma yeteneği, kendinden büsbütün vazgeçme potansiyeli ve alabildiğine kendine kapanabilmesi. İnsan hayatları, insan ilişkileri, insan ilişkisizlikleri ve yalnızlık elbette. Uzun yıllardır bende yazma coşkusu, isteği yaratanlar bunun gibi şeyler. Yazıyı; kendimi, insanı, başkalarını, hayatı anlama çabasının bir parçası gibi düşünme yanlısıyım. Edebiyatın çok özel bir düşünme/kavrama biçimi var. Hikayeler anlatarak, hikayeler kurarak düşünüyoruz bir edebiyat metni yaratmaya kalkıştığımızda (Şunu da mutlaka eklemeliyim. Bir edebiyat metnini okurken de benzer bir mekanizmanın zihinsel planda devrede olduğu kanısındayım.). Bilimsel araştırmalarda karşılaştıklarımızın, onlardan öğrendiklerimizi ya da gündelik hayat bilgisinin ötesine uzanan bir bilgi edinme biçimi bu. Bir başkasının yerine geçebilme imkanı, bunun sağladığı bilgi eşsizdir bence.

  1. Edebiyat dünyası içerisinde belirli bir tecrübeye sahip biri olarak sizce günümüzde yaşamakta olduğumuz pandemi süreci yazın alanını nasıl etkileyecek? Bizlere biraz öngörülerinizden bahsedebilir misiniz?

Öngörülerde bulunmak çok zor bu konuda. Dünyanın bu salgınla büsbütün baş edip edemeyeceğini bile kestiremiyoruz. Evet, aşılar bulundu, ama kapitalizm bu aşıları ticari meta olarak görüyor, bu da ne yazık ki beni gelecek konusunda umutsuz yapıyor. Bir yılı aşkın bir süredir distopik bir dünyada gibiyiz. Bunun distopik edebiyatı daha da yaygınlaştıracağı söyleniyor, buna ben de katılıyorum. Ama salgından ne zaman kurtulacağımıza bağlı olarak bir şeyler söylenebilir. 2022’de pandeminin büyük oranda bitmesi ayrı bir durum, diyelim 2025’te halen bu virüsün varyantları, mutasyonlarıyla savaşıyor, evden az çıkıyor, maskelerin arkasında kendimizi korumaya çalışıyorsak bu apayrı bir durum. Dolayısıyla net bir yanıt vermem çok zor sorunuza. Ne var ki şimdiden yazın alanında kimi etkileri görünüyor. E-ticaretin yaygınlaşması küçük ve bağımsız kitapçılara büyük zarar verdi. Bu giderek daha güçlü sermaye gruplarına bağlı çalışan yayıncıların bağımsız yayıncılardan çok daha ayrıcalıklı olmaları sonucunu doğurabilir, ki bunun edebiyat açısında hayırlı olacağını düşünmüyorum. Buluşmaların dijital olmasının da olumlu ve olumsuz yanları var. Son bir yılda internet ve dijital dünyadaki gelişmenin aslında önümüzdeki beş yıl için planlananların hızlıca hayata geçirilmesi olduğunu okudum geçenlerde. Dijitalleşmedeki bu hızdan edebiyatın etkilenmemesi mümkün değil. Dijital, uzaktan (mesafeli) kimliklerimizle karşılaştığımız başkalarıyla aramızdaki temas çok farklı. Bu kendimize dönük algımızı da değiştirebilir. Kurguladığımız kimliği asıl kimliğimiz zannetmeye başlayabiliriz. Buna benzer konular nicedir edebi metinlerde işleniyor, ama bunlara eskisinden çok daha sık rastlayacağımızı zannediyorum.

  1. Edebiyat dünyası içerisinde hatırı sayılır isimlerdensiniz. Bulunduğunuz konumu düşününce sizce şu anda hedeflediğiniz yerde misiniz? Geleceğe dair planlarınız nelerdir, bizlere bunlardan bahsedebilir misiniz?

Planlar yaparak sürdürmedim yazmayı. Yazmaya devam etmek en büyük, belki de tek planımdı. Şükür bunu sürdürebiliyorum. Esas planım hep şu oldu: yeni kitabım önceki yazdıklarımdan daha iyi olsun. Bunu ne ölçüde başarabildiğimi bilmiyorum, bunu benim tespit etmem zor, ama bu planımın, bu niyetimin baki olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

  1. Uzun yıllardır kendinizi bu alana verip emek harcamış biri olarak içinde yazar olma hevesi taşıyan, bir şeyler yazmayı arzulayan genç arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz neler olur? İlaveten biz gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Bu soruya hep verdiğim birkaç yanıtı yineleyeceğim. Öncelikle bir klişe: Mükemmel iyinin düşmanıdır. Sizlerin yaşındayken mükemmel bir eser ortaya koymayı kafasına koymuş pek çok arkadaşım zaman içinde çeşitli nedenlerle, ama sanırım biraz da kendi mükemmeliyetçilikleri nedeniyle yazıdan koptular. Kötü metinler yazmadan daha iyilerini yazmak çok istisnai olarak mümkün. Dehalara özgü bir şey. Kaldı ki ben dehanın çok çalışmak olduğunu ileri sürenlerdenim. Bir tavsiyem de yazmaya ara vermemeleri. Belki aklınıza öykü olabilecek bir kurgu gelmiyordur, ya da bir düşünce yazısına evirilebilecek derli toplu olmadığını düşünüyorsunuzdur yazdıklarınızın, böyle de hissetseniz kaleminizden, klavyenizden uzaklaşmayın. Günlük tutun, notlar alın, mektup yazın, blog yazısı, e-posta yazın. Dünyayı, kendinizi, düşüncelerinizi kelimelerle ifade etmenin türlü yolları var, bunlardan kopmayın. Genç milli takıma kadar yükselen basketbolcu bir arkadaşım var, lisedeyken Adana’nın yaz sıcağında saatlerce üçlük çalışırdı. “Bileğim soğumamalı,” derdi. Bunun yazı için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bileğiniz soğumasın.